2 Haziran 2017 Cuma

02.06.2017 yayını

canımız
çekti
erdem beyazıttan
erdem beyazıtta canımız
geçen şu dizisine bakayım dedim
Üstat Karakoçun ufkuna erişemeyeceğimizi bidaha anladım
kendisinin dizide oynatılmasına onay vermemişti
Harika bir insan
ve bu kadar güzel bir konu bu kadar kötü bir dizi haline nasıl getirilir
bilemiyoruz.


Damla damla oluşuyor hayat
Ölüm kımıl kımıl
Duymak kolay
Anlatmak değil
Her an
Farkındayım
Az az öldüğümün
Bilincindeyim doğan ayın
Eriyen karın akan suyun
Ve usul usul tükenen zamanın
Tekrarlayıp duruyor saat
Vakit te mahluktur
Vakit te mahluktur
İşliyor kalbim
Eskiyor saçlarım
Ve gözlerimin en ince hücreleri
Okuyorum hayatı
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var olduğunu
Toprak
Ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat
Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın
Kesitler
Mahlukta devinen
Gürül gürül bir ırmaktır ölüm
Babalar ölür
Dolaşır eli ölümün
Saçlarında anaların oğulların
Analar ölür
Kök salar hasret yüreklere
'Bir evlat pir olsa da'
O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük
Oğullar ölür
Bir kafes olur ölüm
Ana kalbi bir kuştur
Azad kabul etmez
Sevgililer ölür
Bir hicret olur ölüm
Bir sıla
Mesela arkadaşlar
Arkadaşlıklar vardır okullarda
Bakarsın biri gelmez bir gün
Ve artık hiç gelmeyecektir
Simsiyah bir gölge düşmüştür adeta
Bahçeye koridorlara sınıflara
Bir fısıltı dolaşır dudaklarda
Kimi kirpikleri ıslak
Çökmüş bahçenin tenha bir yerine
Elinde bir çöp resmini çizer toprağa
Anıların
Kimileri öbek öbek toplanıp
Çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle
-Nasıl olur daha dün beraberdik
-Salıncakta İki Kişi'yi izlemiştik daha dün nasıl olur
-Geçen pazar kırlarda dolaşmıştık
''Göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar
Hayatı dolu dolu yaşıyorlar'' demişti unutamıyorum
Sonra bir mezarlıkta Bir çukurun başında
Bir kapının ağzında
Herkez susar
Konuşur ölüm
Ve sürer hayat.
Bazan bir tekerlek altında
Ansızın gelir ölüm
Apansız biter sınav
Bir elektrik kesilmesi gibi
Kesilir tulu emel
Bazan ölüm vardır
Ölümden önce gelir
Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır
Sorular hep yanıtsız kalır orada
Sadece konuşan rüyalardır
Yahut hayaller suskun duvarlarda
Gözler kabul eder parmaklar kabul eder
Ama beyin hep umuttan yanadır
Bazan akan bir film şeridinin
Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir
Ölüm
Karşıda bir manga asker
Gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de
Takılıp kalır masmavi gökyüzünde
Asılıp kalmış bembeyaz bir buluta
Ölümden uzak ölümler vardır
Gazete ilanlarında rastlanılan
Dünyaya bağlılığın zavallı
Ve muannit
Bir belgesidir
Daha çok kalanlara ait.
Bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş
Bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü
Ölümler vardır:
Can kuş gibi uçar gider
Bir martının süzülüp
Kaybolması gibi maviliklerde
Bir Portre
Engin sakin berrak bir denize
Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır
Nasıl yürürse insan
Sokrates öyle yürüdü ölüme
Tilmizleri ağlaşırken
O vasiyet ediyordu:
-Asklepyos'a bir horoz borçluyuz
Unutmayınız.
Ne tuhafsınız dostlar
Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye
Yükselmek varken ölümsüzlüğe
İnancına sahip olmak
İnsan olmanın şartı
Kölelikler içinde en onulmaz kölelik
Hayatın ölümcül yanına
Takılıp kalmak değil mi?
İlkin ayaklarında duydu Sokrates
Zehirin soğukluğunu
Ve yavaş yavaş ölüm
Yükseldi göğsüne çenesine
Dudaklarında donan son bir tebessümle
Bir işaret taşı da böylece
Sokrates dikmiş oldu ölüme
Ölümün Sesi
Ölümden bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:
-Kışlanın önünde redif sesi var
Namluların ucunda ölümün sesi!
-Bir ay doğdu geceden oy oy
Karanlığın ağzında ölümün sesi!
-Erzurum dağları kan ile boran
Vadilerin koynunda ölümün sesi
-Ezo gelin durmuş bakar yollara
Umudun ardında ölümün sesi!
-Bir ihtimal daha var
Umuddan da öte ölümün sesi!
Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme
Bir gün öleceğim biliyorum
Bunu her an ölür gibi biliyorum
Anamın yüreğinde bir kor
Ölene dek sönmeyecek bir ateş
Kımıldanıp duracak hep
Karım bomboş bulacak dünyayı
-N'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
Oysa insan yalnız ölür
Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak
Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
Bir süre kaçacaklar insanlardan
Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine
Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
-Yaşayıp gidiyorduk yahu
Ne vardı acele edecek!
Diyecekler
Biliyorum yaklaşıyoruz her an
Biliyorum oruçlu doğar insan
Ölümün iftar sofrasına
Son Söz
Ve zaman döne döne
Gelmişti başlangıç noktasına
İlk yaratılış düğümüne
Mahlukatın var olduğu
Yüzüsuyu hürmetine
Evrenin Efendisinin
Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.
Hayatın menbaı
Merhametin son durağı
Madeni, muhabbet ocağının
Ateşler içindeydi
Yatağında.
İltica etmişti sanki Kainat
Kutsal tenine
Hayata şafak olan alnında
Ter taneleri
Her biri insanlık çilesinden
Bir haberdi sanki
Bir an oldu
Aralandı gözleri
Sonsuzu kuşatan bakışları
Süzdü ciğerparesi Fatıma'yı
Süzdü tek tek çevresindeki
Can dostlarını
Kıpırdadı dudakları, dedi:
-Ebu Bekir kıldırsın namazı
Sonra daldı daldı uyandı
Son defa aralandı
Bakışları
Yöneldi bir noktaya
Karar kıldı bir noktada
Ve dedi:
-Merhaba ey refik-i ala!
Olacak oldu
Akıllar kamaştı
Kalpler tutuştu
Feryat ve figan gökleri tuttu
Çekti kılıcını Faruk olan
Sıçradı orta yere:
-Kim derse ''O öldü'', öldürürüm!
Ayrılık ateşinden
Ateşin şiddetinden
Sanki bendler çözülmüş
Felekler çökmüştü
Şuur tutuşmuş
Akıl iflas etmişti.
Sonra Sıddıyk olan
Yetişti geldi
Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye
Mağarada arkadaşına Hicrette yoldaşına
Sonra baktı çevresine
Mahşerden önce mahşer hali yaşayan
Ashabına
Aline
Ebu Bekir dedi:
-Ey nas, susun!
Kim ki Resulullaha tapmaktadır
Bilsin ki Resul ölmüştür
Kim ki Allaha tapmaktadır
Bilsin ki Allah ölmez
Hayy ve Layemuttur
Ey nas, susun!
''İnna Lillah ve inna ileyhi raciun''
Sonra eğildi sevgilinin yüzüne
Sürdü bulutlanmış gözlerini
O güzellikler ülkesine
Baktı baktı ve dedi:
-Hayatında güzeldin
Ölümünde güzelsin
Öldün
Bir daha ölmeyeceksin
Erdem Bayazıt

20 Mayıs 2017 Cumartesi

20.05.2017 yayını



Bir zamanlar İstanbul sokaklarının tarihine tanıklık eden laternayı tekrar sokaklara taşımak, müzikleri ve danslarıyla yeniden İstanbullular'la buluşturmak;

Laternayı dünden bugüne, bugünden yarına taşıyarak günümüzün tarihi-kültürel uınutkanlığına karşı bir başkaldırı sergilemek;

Laternanın sadece bir müzik ve eğlence aracı olmadığını, aynı zamanda farklı kültürlerle beraber yaşamanın sokaktaki dili olduğunu hatırlatmak için yapılmıştır.

Proje Tasarım ve Yapım: Nilüfer Saltık
Belgesel Yönetmeni: Soner Sevgili
Laterna Yapımı: Panos Ioannidis
Belgesel Metni: Tannur Arat
Belgesel Müzik: Cengiz Onural
Proje Asistanları Nejla Tiryaki, Sabahattin Melek
Grafik Tasarım: Burcu Kayalar, Tuba Çakıroğlu

alıntıdır.

27 Mart 2017 Pazartesi

Bana Eşyanin Hakikatini Göster

Bana eşyanin hakikatini göster diyen peygamberin "Şatafat Ya Resulullah" diyen ümmeti orlayn mı???
Hatirlatici olsun diye bu blogu açtik.
Düzenli yazi gireriz inşAllah.
Açtik insAllah defterini.
Buda benim kendi hususi deyimler sözlüğüm "inşAllah defteri''


14 Ocak 2017 Cumartesi

Bazı şeyleri anlatarak eksiltme
Hastiğimiz var
Sanirim tedavisi
Şu günde
Sayisiz doz susmak
Bu seferde konuşulacak yerler kaçirilabilir şu
Dozu ayarliyabilirmiyiz doktor bey
Aman doktor canim cicim doktor
Derdime bi çarer

4 Ocak 2017 Çarşamba

Bazi filmler tam anlamiyla kotudur
Ama anlatan oyle guzel anlatmistirki
Anlatisi kotuyu guzelestirmistir
Bizi ihtisam baktiginda degil bakistadir noktasina tasimistir ressam demis ya acı ve ısık varsir sadece gerisi gerisine ne desekki aci ve isigi yakalamak